bugün

entry'ler (1069)

söykü dergisi 2013 antolojisi

emeği geçen herkesin ayrı ayrı teşekkürü hak ettiği antoloji.

başta söykü ekibi, sonrasında da yazarak, okuyarak, yorum yaparak, vakit ayırarak destek veren herkesin eline sağlık.

nice antolojilere!

neden evlenmedim

--spoiler--
Herkes mi yalnız olur hocu? Ne zor işmiş bu arada kalan nesil olmak. Acıyorum kendime ve tüm nesildaşlarıma. Doğudan batıya geçişin, arada kalmışlığın simgesi, globalleşmenin yetimleriyiz biz.
--spoiler--

http://ekspermental.blogs...havalimannda-aglamak.html

tek kelime; okumalısınız!

ot dergisi

hakan günday ve emrah serbesin piyasaya çıkacak olan yeni kitaplarıyla ilgilendikleri için yazılarına ara verdikleri dergi.

idrak yahut öğrenilmiş çaresizlik

Daha önce oyunu izleyenlerin övgüyle bahsetmelerinden olsa gerek 200 kişilik salonda tek kişilik yer kalmamıştı. insanların cep telefonlarını, taşınabilir bilgisayarlarını yanlarından ayırmadıkları ve yaptıkları her şeyi bu teknolojik oyuncaklar sayesinde herkese duyurdukları göze alındığında, satılmayan biletin kalmaması sevindiriciydi. Bir alışveriş merkezinin en üst katında bulunan tiyatronun bir aydır haftanın iki günü gösterimde olan bu oyunu, zaman olarak emsallerine nazaran kısa olduğundan insanlar alışveriş yorgunluklarını atmak için bile geliyordu.

Her iki oyuncunun da makyajı tamamlanırken kulisteki koşuşturmaca da devam ediyordu. Kadın, makyajı yapılırken son haftalarda adet edindiği üzere kulaklığıyla defalarca aynı şarkıyı dinleyip rolüne konsantre olmaya çalışıyordu. Adam ise, oyun çıkışı buluşacağı arkadaş grubuyla gideceği mekanları düşünerek, evine yalnız dönmemenin hesabını yapıyordu.

Birer ikişer salona giren seyirciler yerlerine yerleşirken ‘oyun başlamak üzere, lütfen cep telefonlarınızı sessiz konumuna alınız.’ anonsunu duyar duymaz daha hızlı hareket etmeye başladılar. Sahneyi kaplayan bordo perdenin önündeki ve arkasındaki herkes hazırdı. ışıklar kapandı.

Perde açıldığında her iki oyuncu da sahnedeki yerlerini almıştı. Kadın sahnenin solunda, ahşap sandalyenin üzerinde oturmuştu. Kahverengi, belinden kemerli, üzerinde kırmızı küçük çiçekler bulunan elbisesine dökülen koyu kahve saçlarındaki dalgalar yüzüne gölge düşürse de dudaklarının aldığı dümdüz şekil rolünü yaşadığını gösteriyordu; güçlü ama kırılgan, gerçekçi ama hayalperest, düzenli ama sarsak.

Başı adama doğru hafifçe dönük halde ayakkabılarına bakıyordu; ‘topuklu fakat rahat’ diye geçirdi içinden. Yerde halı olsaydı eğer, hiç şüphesiz karnesinde zayıf olan çocuğun babasının karşısında büründüğü mahcup ve suçlu halindeki gibi desenleri incelerdi ama o sadece rol arkadaşının diyaloga girmesini bekliyordu.

Adam, sahnenin sağında ayakta durmuştu. siyah pantolonunun üzerine gri gömlek giymiş, elleri cebinde, kendinden emin hatta kibirli görünüyordu. Geriye doğru özenle taranmış ve briyantin sürülmüş saçları seyirciler tarafından henüz fark edilmese de biraz sonra sahnenin kendine ayrılan tarafında volta atarak konuşacağından bedenine dair en ufak bir ayrıntının bile görülmemesi imkansızdı.

Hiçbir ışığın açık olmadığı salonda sahneyi aydınlatma görevini sahnenin tam ortasına yerleştirilen bir metre uzunluğundaki kalın mum gerçekleştiriyordu.

Adam sıkıntılı bir yüz ifadesiyle oyunu başlatan diyaloga girdi ;

-biliyorsun işte, olmuyor artık. Sıkıldım rol yapmaktan.
-Rol yapmanı değil gerçekten mutlu olmanı istiyorum, dedi kadın.
-Seninle mutlu olamıyorum, anlasana.
-Bensiz mutlu olmanı kaldıramıyorum, kabullenemiyorum.
-Dışarıda kocaman bir dünya varken bu oda, bu ev üzerime üzerime gelirken nasıl mutlu olacağım?
-Senin sıkıntın duvarlar arasında olmak değil.
-Bak bunu iyi bildin. Benim sıkıntım senin ördüğün duvarlara çarpmak.

Kadın yerinden kalktı, dolan gözlerine biriken yaşlar yere düşmesin diye gözlerini kırpmıyordu. Sırtı adama dönük bir halde birkaç adım yürümüştü ki hızla dönüp;

-Biz, dedi. Biz yaptık. Duvarı da, sınırı da. Sen tekdüzeliğin düzenine alışmaktansa duvarlara çarpmak istedin. Hep sıktı seni kurallar, olması gerekenler… iddia ettiğin kadar sevseydin beni, hepsine göğüs gererdin. Birazcık fedakarlık çok mu zordu?
-işte hep bunu yapıyorsun, dedi adam. Sürekli bahaneler bulup, kendimi suçlu hissedeyim istiyorsun.
-Tam tersine, eğer bu bir suçsa suça ortak oluyorum.
-Olduğunu sanıyorsun! Sesi gittikçe yükseliyordu; Hastalıklı bir saplantı seninkisi. Halbuki izin versen, gitsek kendi yollarımıza ikimiz de daha mutlu olacağız.
-Daha önce de gittin. Eğer döneceğinden eminsem neden gitmene izin vereyim?
-Ya bu sefer dönmeyeceksem?
-iki ihtimalden birini seçmek kalıyor bana. Ben de gitmemeni seçiyorum.

Kadınla göz göze gelmekten imtina eden adam, bir iki ufak sıkıntılı adım attıktan sonra iki elini ensesinde birleştirip derin bir nefes aldı;

-Bu ısrar seni küçük düşürüyor, farkında mısın? dedi.

Acı bir gülümseme belirdi kadının yüzünde. Manidar ve olgun bir gülümseyişti bu. Hemen hemen her kadının, hayatlarında en az bir kere güldüğü şekilde güldü;

-kadınlar böyle değil midir zaten? Yeri gelince gurursuz, bazen onursuz, kendini küçük düşürecek kadar aşık. Ama hep fedakar, hep sadık. Hep istediğiniz gibi… Seven hangi kadın bunlardan değil söyle bana?
-Defalarca sordum, yine soruyorum, neyimi seviyorsun bu kadar?
-Defalarca cevap verdim, yine veriyorum. Hiçbir şeyini sevmiyorum senin. Her şeyini seviyorum. Sen istiyorsun ki nedenler sıralayayım, yakışıklısın çünkü o yüzden seviyorum diyeyim ya da güçlüsün bu nedenle aşığım diyeyim. Sen de ‘daha yakışıklısı var’ , ‘daha güçlüsüne layıksın’ diyebilesin. Ama değil. Neden değil biliyor musun? çünkü sevgimi bir nedene bağlayamam ben. O neden ortadan kalktığında sarılacak temiz beyaz yastıklarım, o yastıklara dökülecek gözyaşlarım yok benim.
-Bu kadar yorgunluğu göze alabiliyorsun demek.
-Herkes mutlu olmak zorundaymış gibi konuşuyorsun. Biz birlikte ama mutsuz bir çift olamaz mıyız?
-Neden mutsuzluğu tercih edeyim? Dışarıda akıp giden dünya varken, burada duvarlara çarpa çarpa mutsuz olmam akıl karı mı?
dalgındı kadın;
-Akıl? dedi, asıl akılsızlık seni bu derece seven kadını yüz üstü bırakıp gitmek değil mi?

Kadın sandalyenin ucuna ilişmiş ve oturduğu yere ellerini dayamış bir halde adamın yüzüne bakıyordu. Sahnenin tam ortasındaki mumun titreyen ışığı kadının beden diliyle birleşince yalvarışın tablosu çizilmiş oluyordu. Adam sıkıntıdan gömleğinin düğmelerinden ikisini açtı. Sadece tasvir edilen ev ve oda değil de üzerindeki kıyafetler bile bunaltıyordu adamı. Sahnede volta atarak devam etti;
-Bu kadar zor olmamalı. Gerçekten. Seni de anlıyorum. Hatta biliyorum kimse senin kadar müşfik, senin kadar doğal olamaz. Ama bunlar yetmiyor artık.
-Seni benim kadar sevmeyecek, biliyorsun değil mi?
-Bilmiyorum. Sen de bilmiyorsun. Kim kimi ne kadar sever bilemezsin. Bir de şöyle düşün, üzerimde onun kokusu varken gelmeyeceğim artık. Seni küçültmeyeceğim bir daha.

Kadın dik oturuşundan eser kalmamıştı. Yavaş yavaş düşen omuzları durumu kabullendiği anlamına geliyordu. Dizlerinin üzerine çöktü ve öylece oturdu. Ellerini kucağında birleştirmişti. Yüzü önce muma, sonra da mumun arkasındaki, sarı ışığın çerçevelediği adama dönüktü;

-Şimdi gidersen bir daha gelemeyeceğini biliyorsun değil mi?
-Biliyorum, dedi adam. Dümdüz, ruhsuz ama tonlamasında zafer çığlığı olan bir sesle.

Omuzları sarsıldı kadının, hıçkırmaya başladı. Elini uzattı adama. Bu hareket ‘yine de gitme’ demekti.
Eğildi adam. O ana kadar varlığı kimsenin dikkatini çekmeyen ceketini yerden aldı bir eliyle omzunun üzerinde tutmaya başladı. Ne yaptığından emin bir halde kadına doğru eğildi ama ona uzanan ele değil, varlığıyla bu çalkantılı, sancılı ilişkiyi aydınlatan mumaydı bu eğiliş. Tek ve güçlü bir nefesle üfleyip, mumu söndürdü ve ardına dahi bakmadan dönüp gitti.

Mum söndü, perde kapandı ve herkes gerçeğe döndü.

Seyircilerden kopan alkış salonun ışıklarının açılmasına ve kapalı olan perdenin görünmesine neden oldu. Perdenin arkasında, rol arkadaşı yerden kalkabilmesi için kadına elini uzatmıştı. Ayağa kalktı kadın, gayet sevecen bir edayla rol arkadaşını öptü adam.

El ele tutuşmuş olan ikili seyircileri selamlarken kadın kendi kendine;

-Bu oyun da bitti. iyi ki oyundu ve iyi ki bitti. Yoksa her kadın gitmeye niyeti olan adamı durduramayacağını daha babasını işe gönderirken öğrenmiştir, dedi.

http://www.youtube.com/watch?v=91siIxFILKk

ride

şarkının (neredeyse)orijinalinden daha güzel olan remixi için;
http://www.youtube.com/watch?v=91siIxFILKk

çöp poşetini çanta yapmış birinci sınıf öğrencisi

bulunduğu şehir ve okul acilen bildirilmelidir.

vicdan sahibi insanların yüreğini sızlatan, gözlerini dolduran bu görüntüyü değiştirmek için bu bilgiye ihtiyaç var.

neden evlenmedim

experimental'in henüz basılmamış kitabını okuma fırsatı sunan çalışma.

iyi ki yayın evleriyle inatlaşmış da bu blogspot ortaya çıkmış.

okuyun. okumayana tavsiye edin.

kısmet değilmiş

'sonra çıkıyorsun dışarı, bakıyorsun güneş hala tepede. bir cigara yakıyorsun ve yıllardır kurduğun cümleyi bilmem kaçıncı kez kuruyorsun: “napalım, kısmet değilmiş.'

sabahattin ali

kürk mantolu madonna

'kendisinden daha dün ayrılmış gibi taze bir hasret duydum. kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. bunun sebebi herhalde, 'bu böyle olmayabilirdi!' düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır.'

iz bırakan kitap cümleleri

'Kendisinden daha dün ayrılmış gibi taze bir hasret duydum. Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde, 'bu böyle olmayabilirdi!' düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır.'

kürk mantolu madonna - sabahattin ali

to kill a mockingbird

tanıtım, inceleme ve bilgi için;

http://www.soykudergi.com...lu-oldurmek-harper-lee-2/

söykü dergisi sayı 20 temasız

“sen yine geleceksin, gülümseyerek.
ve ben yine,
inanacağım.”

öykü olarak yayınlanmasa da söykü dergisi sayı 20 temasız'ın ilk entrysine girmeyi başaran kısa ama öz bu cümleler tanzamanitanyeri'nin emeği. çok sevdik biz bu cümleleri.

söykü dergisi sayı 20 temasız

isyana seyirci - umut vadeden yazar

kitlelerin ortak amaç için birleştiği ama zaman zaman oldukça üzücü olayların yaşandığı gezi parkı olaylarına şiir cephesinden bakan bir öykü. pasif de olsa direniş direniştir, cümlesini hatırlatan öyküde bir iki yazım hatası dışında göz yoran, akışı bozan hata yok.

daha nice öykülere.

söykü dergisi sayı 20 temasız

ilk göz ağrısı - spacesheep

kızların ilk aşklarının babaları olduğu zaten bilinen bir gerçek. peki ya erkeklerin?

babalar ve oğullar arasında zaman zaman mesafeli, zaman zaman sımsıcak bir ilişki yumağı varken, gururun her iki tarafa da neler kaybettirdiğini görmek ve kimsenin hiç bir şey kazanmadığını anlamak için okunası bir öykü olmuş.

şayet, paragraflar bu kadar uzun tutulmasaydı ve yazım hatalarına da dikkat edilseydi tadından yenmezdi.
umarım bir dahaki öyküde bu noktalara dikkat edilir.

emeğine sağlık.

söykü dergisi sayı 20 temasız

dağıtılan kartlar ve dağılması gereken bir kafa - pythagoreanist

son yıllarda, en çok duyduğumuz yakarışlardan birisi; 'ya bu kredi kartları ve cep telefonlar olmadan önce nasıl yaşıyormuşuz?' değil mi?

yazar öyküsünde, işte bu kredi kartı olmadan yaşama-yaşayamama olgusunu aktarmış. tam bir türkiye gerçeği olmakla birlikte ne yazık ki her gerçek gibi acı da barındırıyor.

güzel, etkileyici bir anlatım olmuş. umarım yazarın yeni öykülerini okumak da nasip olur. emeğine sağlık.

söykü dergisi sayı 20 temasız

aşk nerden nereye - pembemontlukupa

söykü için yeni diyebileceğimiz yazarlardan biri de pembemontlukupa.

öyküsünde kadın karakterin yaşadığı duyguları net bir şekilde aktarmayı başarmış. paragraf yapısına ve dil bilgisi kurallarına biraz daha dikkat ettikçe çok daha güzel öyküler okuyacağımıza eminim.

emeğine sağlık.

söykü dergisi sayı 20 temasız

kaderden kadere kaçmak - mutlak seveceksin beni

söykü için yeni diyebileceğimiz bir yazar olan mutlak seveceksin beni'nin bu öyküsü tek kelimeyle çok güzel.

okumaya başladığınız anda özenle seçilmiş kelimeler ile, bu kelimelerin yan yana gelmesiyle oluşmuş ağır ve manidar cümlelerle karşılaşıyorsunuz.

'bazı hikayeler tuhaf başlar. böyle bir tuhaflığın kahramanı olmak bir yazıda edebi lezzete malzeme olmak gibi bir bakıma hoş görünse de yaşanmışlığın izdüşümü sızı olarak kalır kimi zaman kahramana. işte böyle bir sızı ile söyleyeceklerim var. sesime kulak ver, kulak yetmez yürek ver de dinleyiver. değil mi ki dalıp gidebiliriz istediğimiz yerlere, zihnimize sınırı çizecek olan kim? değil mi ki olmamış olanı dahi zihnimize var edip varlık alanına çıkarırız ve ona göre kalbimize ritm verebiliriz. evet insanız hepimiz, bak da bende seni gör, sende beni bil.'

daha ilk paragrafta okuyucunun bam teline dokunan ve öykü boyunca bunu sürdüren yazar, gelecek öykülerini merakla beklememizi sağladı bile.

konuyu aktarışındaki duygu yoğunluğu ve yazmadaki mahareti nedeniyle kendisini kutluyor, kalemine sağlık, daim olsun diyorum.

söykü dergisi sayı 20 temasız

nihle - kaideyi taciz eden istisna

kaideyi taciz eden istisna, söykü'de aşina olduğumuz yazarlardan. genelde iyi kurgulanmış, aksiyon dolu öyküleri vardır. okurken bir öykü okumaktan ziyade, bir film izlemiş hissi yaratabilir. yalnız, bu sayı için gönderdiği öykü olayın anlatılışı bakımından kopuk ve yer yer mantık hataları içeriyor. şöyle ki;

“ nihle iyi değil mi ? “

“ kızımın adını öğrenebildim sonunda. tabi o benim kızım ise… “

“ ağzından çıkanları kulağın duysun ege. ne demek benim kızım ise ? “

kahramanlarımızdan birisi evlendiği gün kocasını terk eden bir kadın diğeri ise o günden beri karısını arayan bir koca. yalnız yukarıdaki diyalogda bir kız çocuğundan bahsediliyor. bu kız çocuğu ne zaman doğdu? evlenmeden önce doğduysa ve annesi nasıl olduğunu soruyorsa (diyalogdan anlaşıldığı kadarıyla) kız babasında demek. peki eğer çocuk başından beri babasındaysa babası neden 'kızımın adını öğrenebildim sonunda. tabi o benim kızım ise.' diyor? burada sanırım bir mantık hatası var.

bir de şöyle bir diyalog var ki orada da kopuk bir diyalog söz konusu;

'ege kafasını su deposuna çeviren zeynep’e sordu ;
“ bir sorun mu var ? “

zeynep kafasını tekrar ege’ye çevirdi. gözleri dolmuştu. bir şeylerin sonun yaklaştıklarının farkındaydılar.

“ sorun yok hayatım “ dedi ege. '

burada da hem soruyu soran hem de cevap veren aynı kişi olmuş. dolayısıyla burada bir yanlışlık var.

öyküde ayrı yazılması gereken 'da'lar, nazar boncuğu olsun. ama iyi işlenmiş öykülerine alışık olduğumuz yazar, evlendikleri günün sabahında bir şekilde ayrılan çiftten, erkek olanın ilk görüşmelerinde neden bir suikaste kurban gittiğini, kadın olanın ise neden onu kurban ettiğini ayrıntılı olarak anlatmalıydı diye düşünüyorum.

emeğine sağlık.

söykü dergisi sayı 20 temasız

mavi bere düşmez yere - cezax

cezax'ın söykü'nün temasız olan sayısı için kaleme aldığı bu öykü, bir askerin dilinden aktarılmış.

gerek paragraf yapısındaki düzen, gerek olayın aktarılışındaki kabiliyet, yazarın bir sonraki öyküleri için heyecanlanmaya yeter sebepler.

özellikle öykünün sonunun bağlanış şekli gayet çarpıcı.

bu öykünün tek bir kusuru var; ayrı yazılması gereken 'da'nın bitişik yazılması. o da nazar boncuğu olsun.

emeğine sağlık.

söykü dergisi sayı 20 temasız

donee fedli - akilluslu

akilluslu, söykü dergisini takip edenlerin hemen tanıyacakları şekilde, kendine has öyküler yazan bir yazar.

temasız sayımızdaki bu öyküsünde yine türkiye gerçeklerini ince bir elekten geçirerek okuyucuya aktarmayı başarmış.
öykülerindeki karakterlerin hepsi nevi şahsına münhasır karakterler. olayları anlatış biçimi nedeniyle öyküye yabancılık çekmeden adapte olabiliyorsunuz; bu da, öykünün sürükleyici olmasını sağlıyor. sıkmadan, yormadan yazılmış güzel bir öykü olmasına rağmen, yazarın farklı zaman ve mekanlarda geçen öykülerini de görmek güzel olurdu.

emeğine sağlık.